
Ben; bilgileri atalar aktarımıyla gelen bir taş şifacısıyım. Ailemin her ferdinin taşla bir hikayesi var. Zaman zaman buradan paylaşıyorum bu zenginliklerimi. Fakat ne yalan söyleyeyim, “Mezar Taşları” konusu en sevdiklerimden…
Rahmetli babam, ömrünü vakfettiği Mevlevilik konusunda, özellikle de Mevlevi dedelerinin Mezar Taşları konusunda ölene dek fotoğraf çekmiş olabilir… Gariban annemin buna nasıl adapte olduğunu bilemiyorum ancak boş vakit buldukça mezarlık gezen ve mezartaşı fotoğrafı çeken tuhaf bir yeni evli çift olduklarını her yerde eğlenerek anlattıklarını biliyorum.
Ve yine bu konuyla alakalı çocukluğumun en büyülü hikayelerinden biri olan “Çırağan Sarayı’nın Laneti Nasıl Bozuldu?” başlıklı yazıyı internet sitemden okuyabilirsiniz.
Mevlevilerin “ölüm bir son değil, sevgiliye kavuşma halidir, vuslattır” felsefesiyle büyümek ve ölümden korkmamak bence müthiş bir şey.
Gelelim “Mezar Taşları Yazı Dizimize”…
Yazı dizisi diyorum çünkü dinlere, ırklara, ülkelere göre bir sürü ritüel, gelenek, görenek var. Biz canlıların en çok ilgilendiği konu ölüm! Ölmeyecekmiş gibi yaşasak da ölüm hep aklımızda. Gidenler güzel bir yere gidiyorlar belki ancak bizi burada yalnız bırakıyorlar. Biz de onları onurlandırmak, hatırlamak, yaşarken kurduğumuz bağları devam ettirmek için sayısız şey yapıyoruz.
Bu yazı dizisinde insanlığın; ölümü taşlarla nasıl ifade ettiğini sizlere anlatmaya çalışacağım. Ve ilk konumuz; uzun girizgahtan anlaşıldığı üzere elbette ki; “Mevlevi Mezar Taşları” olacak.
Mevlevi Mezar Taşlarında taşlara oyulan sikkeler, tekkedeki konumuna göre dervişlerin gerçek hayatta kullandıkları rütbesel başlıklardır. Bir semazen/derviş öldüyse, hayattayken kullandığı sikke modeli mezar taşına, dualarla birlikte işlenir. Bu, ölen kişinin dünyevi hayattan çıkıp “manevi yolculuğa” başladığını simgeler.
Mevlevi mezartaşları, ölümü bir “vuslat” olarak gören Mevlevi felsefesinin bir yansımasıdır. Hem sanatsal hem de manevi değer taşıyan bu taşlar, Osmanlı dönemi Türk-İslam kültürünün önemli miraslarındandır.
Onlarda ölüm yoktur. Ruh daimdir. O halde göçenlerin olduğu yere “Mezarlık” denmez. “Hamuşân”dır mekanın adı, yani “Suskunlar”dır orada yatanlar…
Ve hepsini taşlar bilir, taşlar bekler…
Bana sema dersi verirken babamın en çok önemsediği şey; sema ederken sikkemin kafamdan düşmemesiydi. Böyle bir şey olursa kurban kesmemiz gerekecekti! Sikkeler Mevlevilikte çok kıymetlidir. Bu yola baş koymaktır! Gerekirse baş almak gerektirmesi ondandır. Hayvanların kurban edilmesine şahsi olarak TAMAMEN KARŞIYIM! Fakat burada Geleneksel Mevlevilik ritüelleri açısından anlatım yaptığımı hatırlatırım.
Bu vesileyle de tüm ölmüşlerimizin ruhu şad olsun.
“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama.
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.” Mevlana